THE GREATEST STORY EVER TOLD1 (1965)
“In the eyes of God no man is crippled, except in his soul.”2
İsa hikayelerini her zaman sevmişimdir fakat Hıristiyan kültürü ile (Amerikan Hıristiyan) yetişmediğim için bu filmde de gözden kaçırdığım, eksik yorumlayacağım şeyler olacaktır. Bu aralar izlediğim, izlemediğim İsa filmlerini izlediğimden hepsi hakkında parmaklarım bastığınca yazı yazmaya karar verdim. İsa filmlerinin hepsi epik olmakla birlikte, kendilerince farklı yorumlar katarak bir şey başarma arzusundalar. 5 dalda Oscar Ödülü adaylığı bulunan The Greatest Story Ever Told da o şekilde. Filmi izlediğim kaynak 2011 yılında piyasaya çıkan Amerikan menşeli Blu-Ray, transfer o kadar grenli ki özellikle filmin sonlarına doğru grenler çok artıyor ve neredeyse bir kaç sahneyi izlenemez hale getiriyor (Mübalağa etmiyorum.), filmin süresi 199 dakika ancak IMDB’den bakıldığında, filmin 225 dakikalık başka bir versiyonu daha gözüküyor fakat o versiyon sanırım son kullanıcının ulaşabileceği bir versiyon değil.
Film Fulton Oursler’in, İncil’den hikayelerin anlatıldığı, 1947’de yarım saatlik radyo dizisi olarak yayınlanmaya başlayan aynı isimli radyo programından kitaba uyarladığı aynı isimli kitabından uyarlanıp James Lee Barrett ve filmin yönetmeni George Stevens tarafından senaryolaştırılıyor. Daha önceden filmin yönetmeni George Stevens’ın benim tarafımdan bilinen filmleri ise Shane3 (1953) ve çok sevdiğim, En İyi Yönetmen dalında Akademi Ödüllü, Giant4 (1956) idiler.
Max von Sydow, İsa rolü icin başta akla pek yatmasa da film ilerledikçe bunu önemsemeyip filmin konusuna da uygun olan oyunculuğuyla değerlendirilecek olursa sırıtmıyor, güzel bir oyunculuk sergiliyor, filmde yansıtılmak istenen İsa’nın ruhaniliğini güzel aktarıyor. Filmdeki bir diğer yıldız ise Charlton Heston. Heston, John the Baptist (Vaftizci Yahya) rolünde. Charlton Heston, önceki destansı filmlerindeki başrollerinde güzel işler çıkarmış, sevdiğim bir oyuncu. The Ten Commandments5 (1956), Ben-Hur (1959); henüz izlemediğim Julius Caesar (1950), El Cid (1961), Julius Caesar (1970), Antony and Cleopatra (1972) gibi destansı filmlerin aranan oyuncusu olarak tabir edebileceğimiz Charlton Heston’ın, bu filmde böylesine ufak bir rolü kabul etmesini başta yadırgasam da, olsa olsa dini sebeplerden dolayı kabul ettiğini düşünüyorum yoksa “man’s gotta eat”6 durumlarının Charlton Heston’a uğrayacagını pek düşünmüyorum. Filmdeki diğer tanınmış oyuncular Robert Blake, Martin Landau, çok sevdiğim ve çok yetenekli bulduğum bir oyuncu olan Robert Loggia7, Sidney Poitier, sevdiğim westernlerin sevdiğim oyuncusu John Wayne (Bu filmde neden oynadığını anlayamadım, çok az rolü var, yaş ilerledi diye ölüm korkusu mu sardı acaba?), Shelley Winters. Kadro, dönemine ve dönemimize göre yeterince önemli.
Özellikle filmin giriş kısmının ilk yarısı gereğinden fazla uzatılmış olduğu için şimdiki izleme alışkanlıklarımıza ters düştüğünden, insan yadırgıyor. Filmin janrı gereği uzun olan süresi, bu yüzden daha da uzuyor. Filmin son 1/3‘luk kısmında tempo tekrar ağırlaşıyor. Filmde garibime giden bir nokta da, Judas Iscariot (Yahuda İskariyot), ihanetinin bedelini intiharıyla ödemek istiyor fakat neden ihanet ettiği filmde belirtilmiyor, burası biraz havada kalıyor.
Filmdeki ışık kullanımını ben beğendim. Bundan kastım ışığın psikolojik olarak manipülatif kullanımı. Yönetmen ışığı ve gölgeyi kullanarak izleyicinin düşüncelerini çok bariz bir şekilde manipüle edip istediği gibi yönlendiriyor fakat bu, bu kadar bariz olmasına rağmen negatif bir etki yaratmıyor.
Filmde havarilere pek önem gösterilmemiş, Judas bile filmin 2/3‘ünde neredeyse yok gibi. Sadece İsa’ya yoğunlaşılmış ve de İsa’nın insanüstü güçlerine ehemmiyet verilmiş.
Kalabalık figürasyon göz dolduruyor, filmin guzelleşmesine katkı sağlıyor. Masraftan kaçınılıp kalabalık olması gereken sahneler az kişiyle çekilseydi, çok daha farklı bir film olurdu.
Kostümler hiç sırıtmıyor, döneme gayet uygun, Türk filmlerine göz attığımda, tarihi bir film ise mevzubahis, kostümler 21. yüzyil’da dokunulduğunu barizce belli ediyor. Keza dekorlar da aynı şekilde. Kostüm ve Sanat ekibi dört dörtlük bir iş çıkarmış The Greatest Story Ever Told’da.
Filmin müziği benzer dönem filmlerinde kullanılan müziklere benzer nitelikte. Destansı müzikler ve kulak tırmalamıyorlar. Eserlerin sahibi ise Alfred Newman. Alfred Newman 9 adet Akademi Ödülü sahibi, burada belirtemeyeceğim kadar fazla, belirli bir çıtanın üzerindeki filmlere müzik besteleyen bir isim. Filmdeki diğer Hıristiyan ilahileri de filmle uyumlu.
Filmin genelini ele alırsak ortalamanın üzerinde ve de üzerine çalışılmış bir film olduğu her halinden belli, süre daha iyi kullanılabilir ya da kısaltılabilirdi. İzlerken keyif aldım fakat favori İsa filmim değil.
1 En Büyük Hikaye
2 “Allah’ın nezdinde sakat olan insan değil, fakat ruhudur.”.
3 Vadiler Aslanı
4 Devlerin Aşkı
5 On Emir
6 Tam çeviri olmayacak fakat anlamı yaklaşık olarak “İnsan bazen para kazanmak için normalde tercih etmeyeceği şeyleri yapabilir.” şeklindedir.
7 Robert Loggia sevenler için, 1984 yılında oynadığı En İyi Kısa Film dalında Oscar adaylığı bulunan Overnight Sensation filmini izlemelerini tavsiye ederim. Loggia, gerçekten üstün bir performans sergiliyor. Bu 28 dakikalık kısa filmi izlemek isteyenler iTunes Store Amerika’dan $1.99‘a edinebilirler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder